Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Hakan Keysan’ın beşinci şiir kitabı

Hakan Keysan’ın beşinci şiir kitabı yayımlandı: “Kısılmış Sesi Rüzgârın”. Keysan'ın şiiri okurunun kayıtsız kalamayacağı biçimde rüzgârın kısılmış sesini yükseltiyor diyebiliriz. Her şiir risktir. Şairin aldığı risk okurunu da meraklandırıp, kışkırtır.

Modern şiirin öncülerinden Charles Baudleaire “Bana öyle geliyor ki olmadığım yerde mutlu olacağım hep” demiş. Ünlü şairin sözünü hatırlamamızın ve alıntılamamızın nedenini yazının devamında açıklığa kavuşturamaya gayret edeceğiz.

KEYSAN VE…

İlk kitabının adı, Roman Polanski’nin “Sudaki Bıçak” filmi ve Ahmet Altan’ın romanı “Sudaki İz”den mülhem olduğu izlenimi veren Hakan Keysan’ın beşinci şiir kitabı yayımlandı. Keysan’ın 2005’te okurla buluşan kitabı “Suda Bıçak İzi” adını taşıyordu. Hakan Keysan’ın ilk kitabını “Sus Odası” (2010), “Yangın Lekesi” (2012) ve “Dün Ağrısı” (2017) takip etti. Şair, sonraki süreçte başka şiir kitabı yayımlanmasa bile şiirden kopmadı. Geçen yedi yıllık dönemde emeğini ve zamanını 2002’de Denizli’de yayımlanmaya başlayan Sunak dergisine ayırdı. Hakan Keysan’ın, toplamda elli sayı yayımlanan Sunak dergisinin yirmi yılı bulan serüveninde yönetici ve editör olarak önemli rol üstlendiğini de belirtelim.

Keysan’ın “Kısılmış Sesi Rüzgârın” adıyla geçen ay (Nisan 2024) Pikaresk Yayınevi’nden çıkan beşinci kitabı iki bölümden oluşuyor ve kırk altı şiir içeriyor. Şiirlerden yirmi biri ilk bölümde, yirmi beşi ikinci bölümde yer alıyor.

İlk bölümün girişinde Kemal Özer’in “Atımı bir yerde durmamanın güzelliğine bağladım” dizesi alınlık olmuş. Yazının başında alıntıladığımız Baudleaire’in sözüyle Özer’in dizesi arasındaki benzerlik dikkati çekiyor. Bu önemli benzerliği kaydetmeden geçmeyelim.

RÜZGARIN ŞARKISI

Keysan’ın yeni kitabının ilk şiiri “Rüzgârın Taşa Yaktığı Ağıt” başlığını taşıyor. Şiirin son iki betiği şöyle:

Büyürken yaralarını gizlemiş çocukların

Sevdiği şeyleri erkenden öldürmesi

En yakın şeylerin en uzak yerlere dönüşmesi

Kalmanın bir ölmek biçimi olduğu

Yanlış ve yalan olan ne varsa

Onu öğrenmeleri

Yoksulluğun bir eğlence şekline dönüşmesi

Her şeyin her şeyle çürümesi…

Rüzgârın ağırladıkları vardı bir zamanlar

Evlerimizin eşiklerinde

İnsanlar gözlerinden dökülmeden önce

Hakan Keysan’ın “rüzgârın taşa ağıtı” olarak okuduğumuz şiirinde, Baudleaire’in sözünde ve Kemal Özer’in alıntılanan dizesinde öne çıkan sorunla kurulan bağın önemli olduğunu düşünüyoruz. Keysan’ın Baudleaire’in sözünde ifadesini bulan düşünce, duygu, duyarlılık ve farkındalıkla kurduğu bağın tek bir şiirle sınırlı kalmadığını da söyleyelim. Arada kurulan bağlantı kitabın geneline yayılarak deyim yerindeyse şiirlerin omurgası olarak yeniden sorunsallaştırılmış. “Hiç” başlıklı şiirde şair, nerde ve neden mutsuz olduğunu dile getiriyor. Şiirden bir bölüm okuyalım:

Durum iç açıcı değil

Durmadan aynı sözlerle gevelenen

Ağzın sayıklaması ağacın serinliği

Güneş yine ve hap aynı biçimde

Yaktıkça azalıyor yandıkça utanıyoruz…

Şairin kitapta yer alan şiir toplamında genel olarak öne çıkan ve ilk dikkati çeken sorunsal “hareket halinde olmakla hareketsiz kalmak” arasındaki çelişkiden kaynaklanan gerilim denilebilir. Şiirler hem ayrı ayrı hem de bir bütünün parçaları olarak bu eksende konuşuyor. Anlatı bu çerçevede kurulmuş.

Öte yandan şiirlerin güncelden de, tarihselden de, toplumdan da, gerçeklikten de uzak kalmamaya önem verdiğini, özen gösterdiğini de eklemek gerekir. Aktaracağımız dizeler “Şiir Sevmeyenler Haklı” başlıklı şiirin son betiğinden:

Varsın İsmailler haklı olsun

Elleri alışkındır onların

Bir kökü dalından koparmaya

SALINCAK

Keysan’ın, ayrıca arzunun gerçekleştirilmesi noktasında çıkan soruna ve dolayısıyla çatışmaya da odaklandığının altı çizilebilir. Hakan Keysan, kendisi için mutluluğun da, huzurun da, özgürlüğün de nerde mümkün olduğunun, dolayısıyla var olan koşullar aynı kaldıkça neden imkânsız olduğunun bilincinde. “Yok” başlıklı şiirin son iki dizesi bu düşüncenin dile getirildiği örnek olarak okunabilir:

Tek yurdumuz düşülkesi

Bize ait bir yer yok yeryüzünde

Şair, düşüncelerinin, düşlerinin gerçekleştirilmesine ya da fiile dönüştürülmesine karşı önüne çıkan engeli de sorunsallaştırarak şiirin anlatısına dahil ediyor. Şiirlerin alt metninde “kalmakla gitmek”, “kalamamakla gidememek”, yani somut durumla düşlenen arasında kurulu bir salıncakta sallanmaktan oluşan yazgıya itiraz da söz konusu.

“Yerleşiklik”, “konformizm”, “alışkanlık”, “rahatlık” gibi kavramlarla ifade edilen aslında hem bireysel düzlemde hem de toplumsal boyutta genel anlamıyla “gönüllü tutsaklık”tan başka bir şey değildir. Şairin, bir itirazının da gerçekleşmiş “gönüllü tutsaklık” karşısında tepkisiz kalınmasına. Verili durumun kabullenilmesine. “Ayna” başlıklı şiirin son bölümünü paylaşalım:

Ayna ayna ıssızlıkta

Kuşlarını ürküten

Saklanmaya ne demeli

Gerçek yangın sönünce başlar

İçinin şarkılarında yan demeli…

‘DİK YAKALI SINIF’IN KONFORMİST ŞİİRİ

Modern Türkçe şiirin son yirmi beş yılına ilişkin bir izlenimimizden söz etmek istiyoruz. İkibinli yıllardan sonra modern Türkçe şiirde, özellikle yeni kuşakların yapıtında “emek” herhangi bir biçimde konu edilmiyor. Ama “işçi” de öyle. Konu edilmeyen, şiirlerde yer bulmayan yalnızca “emek” ve “işçi” değil, yoksulluktan da söz edilmiyor. Bir sınıf ve o sınıfın sorunlarıyla birlikte anlam ve önem kazanan temalar, konular modern Türkçe şiirden, son çeyrek yüzyılda adeta kovulmuş gibi. Öte yandan, söz konusu kavramların adlandırdığı sorunlar ve o sorunlarla bağlantılı mağduriyet toplumda bütün çıplaklığıyla ve çatışmalı haliyle varlığını sürdürüyor. Fakat, yazık ki sınıfsal konumlardan, aidiyetlerden kaynaklanan çelişkiler, çatışkılar şiire yansımıyor. Ya da yazılmakta olan şiirde yeteri kadar yer bulamıyor. Oysa bilinir ki şairler geçmiş dönemlerde işçi marşları yazacak kadar yakın olmuşlardır işçi, emekçi sınıflara ve halkın sorunlarına. Şiirin siyaset için feda edilmesi boyutunda bir eğilim değil elbette kastettiğimiz.

Ne olmuş, nasıl olmuştur da modern Türkçe şiirin çeyrek yüzyılı bulan son döneminde şairler böylesi bir temel anlatı ekseninin dışına çıkmıştır? Bunu tartışmaya açık bir soru olarak kaydedelim ve Hakan Keysan’ın kitabına, şiirlerine dönelim. Elbette arada tartışmaya açık olarak kaydettiğimiz soruların oluşmasına Keysan’ın kitabındaki “Su ve Ateş” şiirinin çağrışımlarının vesile olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Adı geçen şiirden bir bölüm okuyalım:

Bu şehrin sabaha doğru bir çekimi olmalı

Çürüksu’dan organizeye sanayiden sömürüye

Batan bir gemi gibi gidişi

Kanımızdan çekilen şeyler terimizde soluyan el

Kravatlı soytarılar servis otobüsleri malulen emekliler…

Bu şehrin bir boğulması var organize sanayide

Kaldırımlara omuzları düşmüş çocukların küfürleri

Ağaç olmadan eğilimleri dil olmadan sevişmeleri var

Antik adımlarından yorulmuş ayakları Denizli’nin

Duruşma salonlarında eşini vurmuş adamların iyi hal indirimleri

Bir çocuk daha kendini boşluğa bırakıyor avluda…

Hakan Keysan, poetik olarak da, toplumsal perspektifi itibarıyla da modern Türkçe şiirde, ikibinli yıllardan itibaren başlayıp çeyrek yüzyıla yayılan genel eğilimle biçimlenen “dik yakalı” ama “konformist şiir”e mesafeli bir şair. Elbette çeyrek yüzyılda biraz daha öne geçmiş gibi görünen “dik yakalı”, ama “konformist şiir” yöneliminin dışında kalan yeni kuşaktan başka şiir eğilimleri olan şairler de var. Yepyeni arayışların, denemelerin, çıkışların olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.

EŞİKTEKİ ŞAİR

Keysan kitabında, bir evin eşiğinde durmuş, ilk bölümdeki şiirlerde dışarıya, ikinci bölümdeki şiirlerde içeriye bakıyor gibi. Şu dizeler “Çok Gittin” başlıklı şiirden:

Çok gittin

Çok kal artık

Çok gül

Çıkar ayaklarını

Aklının balkonundan

Ses ver suskuya

Serinlesin rüzgâr

Hakan Keysan’ın dışarıda da, içeride de baktıkları arasında kendisi de var. İnsanın değişme arzusuna ve değişmeme tercihine bakıyor da diyebiliriz. Şunu da söyleyelim: Şair, şöyle bir bakıp ya da göz atıp geçmiyor. Anlamaya, anlatmaya dolayısıyla şiire aktarmaya girişiyor.

Evlerin içinde Çin

Dağılmış ucuz şeyler

Evlerin içinde için için yanan mevsim

Teki kaybedilmiş terlik

Kenarından tutuşmuş takvim

“Kısılmış Sesi Rüzgâr”ın aslında bir girişim. Her şeyden önce bir şiir girişimi. “Çırılçığlık” bir girişim. Şiirlerin önemli bir özelliği ve etkinliği de dili ve sözcükleri havalandırmasıdır, hatta değiştirmeye, genişletemeye yönelik hamleler yapmasıdır. Daha da ileri giderek yeni sözcükler önermesidir. Hakan Keysan’ın kitabındaki şiirlerden birinin adı olan “çırılçığlık” sözcüğünün bu açıdan da değerlendirilecek özellikte olduğunu söyleyelim.

Keysan’ın şiirleri “aşmış” bir şiir değil. “Taşmış” bir şiir de değil. İddiası bu sözcüklerin çağrıştırdıklarından farklı. O şiiri değil belki, ama şiirin ilgilendiği, odaklandığı sorunların değiştirilmesinden yana bir tavır sergiliyor.

“Kısılmış Sesi Rüzgar”da şair, şiir okurunun kayıtsız kalamayacağı biçimde rüzgârın kısılmış sesini yükseltiyor diyebiliriz. Her şiir risktir. Şairin aldığı risk okurunu da meraklandırıp kışkırtır.

Hakan Keysan’ın güncelle tarihselin, bireyselle toplumsalın aksında kurduğu anlatısını içeren şiir toplamı ve kitaptaki “zamanını ıskalamayan Şaman”ın sesi ilgisiz kalınacak bir ses değil.


Enver Topaloğlu:: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi